Tarihi ve Güncel Konular
 
  Ana Sayfa
  Osmanlı'nın Kuruluşu
  Osmanlı Padişahları
  Osmanlı Tuğraları
  Mehteran
  Tarihi Kıssalar
  Şeyh Edebali'nin Osman Beye Öğütleri
  Hayata Dair
  Lokman Hekim'den Öğütler
  Ölmeden Önceki Son Sözleri
  Garib Olayların Rastlantısal Yanları
  1 Nisan'ı Nasıl Bilirsiniz
  Söz Der Ki....
  Küçük Oyunlar
  Tozlu Tarihin Öğütleri
  Osmanlıca Bilgisayar Terimleri
  Esma-ul Hüsna
  Şeyh Şamil
  Tek başına bir ordu “Çomar Bölükbaşı”
  Vahdettin hainmiydi
  => Kazım Karabekir
  => PROF. DR. MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
  => Sultan Mehmed Vahdeddin (1861 - 1926)
  => Mustafa Armağan
  => Venizelos’u dahi affettik ama Vahdettin hâlâ hain
  Editörden
  illerimiz neleriyle ünlü
  Osmanlıda isyanlar
  osmanlıpadişahları niçin hacca gitmemişlerdir?
  Çanakkale'den Asker Mektupları...
  Osmanlı Armasının Manası
  Çanakkale Savaşının hikayeleri
  OSMANLI TARİHİ KRONOLOJİSİ
  Osmanlı antlaşmalar
  Ziyaretçi defteri
www.konyakent.net

PROF. DR. MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE

PROF. DR. MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
21.07.2005 PERŞEMBE

[YORUM - PROF. DR. MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE]
İhanet ve hamâkat

Hainlerle dolu tarih, zihnimizi dumura uğratıyor, kendi kendimizi yiyip bitiren paranoyalara mağlup ediyor. Bu dondurulmuş ve tekleştirilmiş tarihin bize verdiği akıl, bizi sığ ve verimsiz hatta tüketici bataklıklara mahkûm ediyor.


'Son Osmanlı Padişahı Vahdeddin bir haindi, ülkesine ihanet etti.” İlkokulda bana bu “gerçekler”i öğreten öğretmenime şu soruları sormuştum. “Niye ihanet etti? Nasıl ihanet etti? Bu ihanetinin karşılığında ne kazandı?” Bize öğretilen altı asırlık şanlı tarihin böyle mide bulandırıcı bir sahne ile sona ermesi canımı sıkmıştı. Aldığım cevap ise sadece okkalı bir tokat oldu. Çocuk mantığı ile o gün sorduğum bu soruları, bugün Ecevit’in başlattığı tartışma ile ayağa kalkan ve Sultan Vahdeddin üzerindeki “hain” damgasını kaldırmayı “ihanet” olarak niteleyenlere sormanın bir anlamı yok. Artık tokatla susacak yaşı geçtiğimize göre, yeni sorular sormamız lazım.

“Tarihi hainlerle kahramanlar arasında süren bir masal gibi anlamak ve yorumlamak, acaba hamakatin hangi çeşididir?” “Padişahları bile hain olabilen ve bol miktarda hain yetiştiren bir millette şeref ve haysiyet hangi mertebelerdedir?” Nihayet, “böyle bir milletin adam olma ihtimali mevcut mudur?”

Gerçeğe ve tarihe saygı

Kemal Tahir, 40 yıl önce, bugün Ecevit’in çizdiği Vahdeddin portresini daha canlı ve ikna edici olarak çizmişti. Cumhuriyetimiz 40 yıl daha yaşlandıktan sonra, varlığını temellendirmek için hâlâ hainlere ihtiyaç duyuyorsak, gerçekten yazık. Vahdeddin elbette hain değildi, bulunduğu son derece zor şartlarda, çıkış yolu bulmak için kendince çözümler aradı. İstanbul’da işsiz güçsüz oturan Osmanlı paşalarını Anadolu’ya gönderdi, bunların arasında da eski yaveri Mustafa Kemal’e, rütbesi daha yüksek olanlar üzerine komutan tayin ederek ilave yetkiler verdi (Atatürk’ün rütbesi, Kazım Karabekir’den düşüktü.) Bunları söyleyen Atatürk’ün kendisi; merak edenler Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya’sına bakabilirler. 1927 yılında, günler boyu Meclis kürsüsünden okunan Nutuk’taki “hain” isnadına gelince: Bu metinde “hain” sıfatını doğrudan veya dolaylı olarak yiyen sadece Vahdeddin değildir. Kurtuluş Savaşı’nın büyük komutanları, Rauf Orbay, Ali Fuad Cebesoy, Kazım Karabekir, Ali İhsan Sabis de karşımıza dirayetli komutanlardan çok birer karikatür olarak çıkarlar. Nutuk içinde yer alan zengin belge ve bilgiler yanında, Cumhuriyet’in ilk yıllarında süregiden iç iktidar mücadelesinin bir polemik metnidir. Bu mücadelenin nasıl sürdürüldüğüne dair önemli bilgiler içermektedir. Kuruluş evresinin hareketli ortamında kaleme alınan bu metni, her kelimesi doğru bir kutsal metin olarak okursanız, sadece Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını değil, bugünü de anlamak konusunda zorluk çekersiniz. Söz konusu olan şey sadece bir iktidar mücadelesidir.

Oktay Ekşi, Ecevit’in sözlerinden “Atatürk’ün söyledikleri doğru değildi” sonucu çıkacağını, buradan da “Atatürk neleri doğru söyledi, hangileri gerçeğe aykırıydı?” tartışması başlayacağını söylüyor. Demirel’in Ecevit’e itirazı da Atatürk’ü koruma gayretinden kaynaklanıyor. “Atatürk’ün hain dediği birine hain değildir derseniz, Atatürk’ü zor durumda bırakmış olursunuz” demek istiyor ve herkesi bu önemli referansı korumaya davet ediyor: “Cumhuriyetçi elit bugün büyük sıkıntı içindedir. Oysa daha en az yüz yıl bu büyük Atatürk referansına ihtiyacımız var. Onu sarsmamak lazım.”

Büyüklerimiz bizden Atatürk’ü yüceltmek için Vahdeddin’in “hain” damgasının, yani aşağılanmasının sürmesini istiyor. “Tamam” diyelim; ama kazanacaklarımızdan da emin olmalıyız.

Türkiye’de monarşiyi savunan ve tekrar geri getirilmesini isteyen zayıf bir hareket bile yeşermedi. Cumhuriyet’in en kolay başardığı iş kendisidir: Saltanatın lağvedilmesi ve cumhuriyetin ilanı. Hilafetin de lağvedilmesinden sonra hanedan yurtdışına çıkartılmış ve Osmanlı Devleti fiilen sona erebilmiştir. Tarihî olarak bunun basit bir sebebi vardır; monarşiden beslenen ve monarşiyi destekleyen bir aristokrasi, bizde hiç olmamıştır. Bu yüzden saltanatın ilgası ve cumhuriyete geçiş, doğru bir seçim olarak imparatorluk formundan ulus devlet formuna geçiş sınırları içinde kalmış, bir sınıfın, bir zümrenin ve bir tarihin tasfiyesine gerek olmamıştır. Cumhuriyet, imparatorluğun bütün kurumlarını devralmış, Tanzimat’tan beri devam eden her alandaki yenileşme hamleleri hız kazanarak tarihsel bütünlük içinde devam etmiştir.

Cumhuriyet ideologlarının, yenilikleri benimsetmek için giriştikleri abartılı ve kişiselleştirilmiş edebiyat, bir Osmanlı düşmanlığına ve tarihin tasfiyesine doğru uç noktalara taşındı. “Cumhuriyet’in her çeşit yeniliğin ve mucizenin başlangıcı olması” iddiasını temellendirmek için, koskoca bir tarih ayıklandı ve tasfiye edilerek tekleştirildi. Daha sonra bu tarih, ulus devletin kimliği ve kişiliği haline getirildiği için vazgeçilmezlik ve dokunulmazlık zırhına büründürüldü. Gerçek tarih bugün bizden hemen her gün intikam alıyor. Önümüzde uzanan Osmanlı coğrafyası, Türkiye’nin güvenliğini ve geleceğini garanti altına almak için doldurulmayı bekliyor. Hain bir padişahla noktaladığınız tarihe dönerek bu boşluğu dolduramazsınız.

Hainlerle, alçakça komplolarla dolu tarih, zihnimizi dumura uğratıyor, bizi kendi kendimizi yiyip bitiren paranoyalara mağlup ediyor. Bu dondurulmuş ve tekleştirilmiş tarihin bize verdiği akıl, bizi sığ ve verimsiz hatta tüketici bataklıklara mahkûm ediyor. Etrafımıza sadece 82 yıllık yeni bir devletin mensupları olarak bakarken birçok fırsatı ve imkânı kaçırıyoruz. Vahdeddin hain olduğu sürece kaçırmaya devam edeceğiz. Vahdeddin’in, Çerkes Ethem’in hain olduğu bir tarihle, Kurtuluş Savaşı’nı nasıl başardığımızı kimse açıklayamaz. Açıklayamadığınız bir hikâyeye mahkûm edilirseniz, aklınızı ya dumura uğratırsınız ya da şizofrenik bir dünya içinde heder olursunuz.

Vahdeddin’i hain ilan ederek Atatürk’ü yüceltemezsiniz. Yücelttiğiniz Atatürk, bir devletin kurucusu, büyük reformlar başarmış bir önder olmaktan çıkar bir mitoloji kahramanına ve bir azize dönüşür. Bizim bir azize değil, çok zor şartlar altında, iktidar mücadelelerinden de başarıyla çıkabilmiş, gerçekçi, ufku geniş ve sonuçta başarılı olmuş bir devlet kurucusuna ihtiyacımız var.

Bizim gerçeklere ihtiyacımız var. Çünkü, gerçeğe saygısı olmayanların geleceği olmaz. (turkone@gazi.edu.tr)

GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

Arama Motoru  
   
Haberler  
   
Tarih  
 
 
center>
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol